"Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Eğitim Çalışanlarının Adresi"
image
18 Mart, 2022
Kaşgarlı Mahmut'tan Anadolu'ya Türk Kültürü
Kaşgarlı Mahmut'tan Anadolu'ya Türk Kültürü

Süleyman YILDIZ

Yazdı

(3)

Kaşgarlı Mahmut'tan Anadolu'ya Türk Kültürü

Karahanlılar döneminde yetişen Gazneli Mahmut 1072 - 1074 yılları arasında Araplara Türkçe öğretmek maksadıyla yazdığı (Divan-ü Lügat-it Türk) adlı dev eseriyle Türk dilinin ilk lügatini yazıcı ve öğretici olarak Türk eğitim tarihine altın harflerle geçmiştir. Arapların Türk dilini öğrenmesi gerektiğini ileri sürmüş ve bu amaçla kitabını Bağdat’ta Abbasi halifesine sunmuştur.

Eseri 1915 yılında bilgin bir zat olan Ali Emiri Efendi İstanbul’da bir sahaf dükkânında bulmuş ve satın almıştır. Eser 1917’de Rıfat Bilge tarafından yayımlanmıştır.

Bu eserde; Türk lehçelerini, toplum yaşayışlarını, törelerini, atasözlerini ve hatta Türklerin ilk dünya haritasını da bulmak mümkündür. Kitap Türk uygarlık seviyesini çok iddalı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Divanda ne varsa hepsini elinizi koymuş gibi Anadolu’da görürsünüz. Bu bize Kaşgarlı daki Türk kültürünün Anadolu’ya akmış olduğunu gösterir.

Türk tarihini iyi bilmeyen insanlar Türklerin Anadolu’ya yerleşmeden önce göçebe hayatta olduğunu ve yerleşik hayatla hiç ilişkilerinin olmadığını ifade eder. Kargarlı Mahmut’un eserinde geçen değerlerin %95’inin yerleşik hayatla ilişkili olduğunu söylemek gerekir. Eserde Türk diliyle ilgili olarak verilen 7500 kelime devlet hayatı, devlet yönetimi ve medeni hayatla ilgilidir. Peki, göçebelik yok muydu? Vardı tabi. Yarı göçebe bizim insanımız, yazın yaylada, kışın köyde.

Kaşgarlı Mahmut’un çokça üzerinde durduğu ve bilgi verdiği konu Türk ailesi konusudur. Türk evlenme geleneklerinde eserde ne yazılmışsa bugün Anadolu’da özellikle kırsal kesimde aynısı yaşanmaktadır. Fazlası yok hatta eksiği bile vardır. Eserde ilgi çeken bir konu aile ile akrabalık bildiren kelime ve tabirlerin çokluğudur. Her bir kimsenin akrabalık ilişkisin de bulunduğu konuma göre farklı adı ve sanı vardır. Eser Türk ailesi üzerinde yapılacak bir araştırmada vazgeçilmez bir kaynaktır. Kaşgarlı Mahmut’a göre evlenmek isteyen gençler birbirini beğenirler, delikanlı talip olduğu genç kızın başına bir başörtüsü bağlar, kız delikanlıyı kabul ederse, başörtüsünü alır, başına bağlar. Ondan sonra kızın ve erkeğin başı bağlı hale gelir ki Anadolu’da sıkça kullanılan başı bağlı ya da başını bağlamak deyimleri buradan gelmektedir.

Aile Türklerde devletinde, toplumunda en küçük birimi çekirdeği olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Türkler devlete bir büyük aile olarak baka gelmişlerdir. Bizde ailenin başında bulunan baba bey, devletin başında bulunan oda beydir. Dolayısıyla devlet baba deyimi oradan gelir. Babalığın vazifesi sadece tembel tembel oturan kimseleri beslemek değildir. Devlet baba mensupları arasında hiçbir ayrım gözetmeyen bireylerini eğiten dertleri ile ilgilenen, geleceğini hazırlayan konumdadır. Birtakım insanlarımız farkında olmadan sorumsuzca:“ Efendim bu devlet baba geleneğini değiştirmeliyiz. ” diyorlar. Hâlbuki bunu değiştirmeye değil pekiştirmeye ihtiyacımız vardır.

Bu arada renklerden bahsedelim;

Kaşgarlı al kelimesinden behsederken bunun kırmızının bir tonu olduğunu belirtir ve bir daha al yazarak: “İşte bu renkli kumaşa da Türkler al derler.” Hükümdarlarına bayrak çadırının örtüsünü ve hükümdarın eğerinin örtüsünü bu renkten yaparlar. Çünkü rengi

 

kutlu ve uğurlu sayarlar. Bir büyük yazar da (Yusuf Has Hacip): “Siyah kul rengidir, bembeyaz olun. Dolayısıyla nasıl siyah ile beyaz bakılır bakılmaz, birbirinden ayırt edilirse hükümdar da hal ve tavırları ile halktan öyle ayrılmak lazım gelir.” der. Ayrıca beyaz rengin de bizim en eski renklerimizden, hakimiyet sembollerimizden olduğunu ifade eder. Bu beyaz ay yıldızlı al bayrağımızın şeklinin tarihten süzülüp geldiğinin bir örneğidir.

Türk ailesinde çocuğun müstesna bir yeri vardır. Çocuk ana-baba ilişkileri sevgi, saygı ve karşılıklı dayanışmaya dayalıdır. Türklerde sıkça uygulanan bir gelenekte hatır saymanın bir ifadesi olarak hediye alıp vermektir. Kaşgarlı eserinde beş tip hediye adı kaydederek bu konuya verilen önemi beyan etmiştir.

Türkler İslamiyetle ilgili bir takım düşüncelerini, isteklerini veya değerlerini Türkçe kelimelerle ifade etmişlerdir. Örneğin, abdest yeri yunmak, namaz yerine yükünç, peygamber yerine savcı ya da yalavaç demişlerdir. Göktürk kitabelerinden beri bildiğimiz yükünç, Göktürk devleti kurulurken isyan edenlerin itaat altına alındığı ifade edilirken, başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş manasına gelen: “Başlığı yükünçdürmüş, dizliği sökürmüş” der.

Askeri tabirler Arap’lar ve İranlılar başta olmak üzere komşu ülkelere de geçmiştir. Tahsil hayatı ile ilgili olarak ta geniş bilgi verilmiştir.

Tabgaç Buğra Han’ın Semerkant’a yaptırmış olduğu vakfiyesi bize kadar gelmiştir. Buradan öğrendiğimize göre öğrencilere burs verilmekte, herkese eşit değil maddi durumlarına göre verilmektedir. Bir manada özerklik anlayışına yakın bir uygulama görüyoruz; çünkü hükümdarın burs olayını etkilemesi söz konusu değil ve mütevelli heyetine hükümdar kesinlikle karışmıyor.

Tıp alanında gayet ileri uygulamaların olduğunu biliyoruz. Türklerin mumya adlı ilacının çok geniş bir kullanım alanı olduğu gözden kaçmamaktadır. Zamanla bu ilacın adı unutulmuştur. Daha sonra dayanıklılık kazandırılmış cesedin adı mumya olarak kullanılmıştır. Çok ilginçtir ki İslam dininin: “İnsan topraktan gelmiş, toprağa gidecektir.” anlayışına aykırı olarak uzun süre müslüman Türkler bu mumya geleneğini Anadolu da beylikler devrinin sonuna kadar devam ettirmişlerdir. Eski Türklerde oyun ve eğlencelerde de büyük bir kültür varlığı görüyoruz. “Tuğ” kelimesi Türklerde hem hâkimiyet sembolü bir işaret hem de askeri bando anlamına gelen bir kelime idi. Türklerin en eski çalgılarından olan davula daha sonra Tuğ dendiğini biliyoruz. Tuğ’a dünyanın en eski askeri bandosu diyebiliriz. Sonraları bu bandoya nevbet dedik, mehter dedik, Mızıkayı Hümayun yaptık. Şimdi de bando yaptık. Bando konusunda kültürün zenginliğini ifade eden altı değişik isim görüyoruz.

Oyunlar konusunda gerçekten enteresan bir örnek sunayım. Bizim bildiğimiz Anadolu da oynanan pek çok oyunun o zamanda çocuklar tarafından oynandığını görüyoruz. Üçtaşından dokuztaşına kadar, çelik çomağından, saklambacına, uçtu uçtudan, suya

 

basmasına kadar, güreşten yarışa, kayağa kadar çocuk oyunlarının tamamının Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı şekliyle Anadolu’ya getirilmiş olduğunu görüyoruz.

Bu arada ilginç bir bilgi daha sunayım. Türk çocuklarının ayakla teperek oynadıkları oyuna “Tepük” dediklerini bunun ise bugünkü futbolun ilk şekli olduğunu ifade edeyim.

Giyim kuşam konusu ile ilgili olarak “ütüğ” kelimesi var. Sonra ‘ğ’ sini düşürmüşüz, ütü kalmış. Türkler bunu elbiselerini dikiş yerlerini bastırmak ve kırışıklıklarını gidermek için kullanmışlardır. Ütüğ mala biçiminde bir demir parçasıdır, ateşte ısıtırlar, bastırırlar. Kaşgarlı Mahmut Türklerin o zamandan ütü kullandığını ifade eder. Türklerden önce ütü kullanan başka bir millet de bulamazsınız.

Türk hanımlarının ayaklarında renkli çizmeler, başlarında da peruk olmak üzere çok alımlı, görünümlü oldukları yazılıdır. Buradan da takma saç olayının o zamandan var olduğunu görüyoruz. Demek ki daha sonra Avrupa’ya gitmiş. Biz de oradan, bizim olan şeyi tekrar yeni buluyorcasına almışız.

Bazı kaynaklara göre Türk’ler dokuma tekniklerini Anadolu’ya geldikten sonra öğrenmiştir. Bu tamamıyla yanlış bir bilgidir. Pamuklu dokuma ve pamuk tarımını Anadolu’ya getiren Türk’lerdir.

Pamuğun Türkçedeki adı “kepez”dir veya Oğuzların bir kısmında söylendiği gibi “pambuk”dur veya Osmanlı döneminde söylendiği gibi hafif uçuk pembe renginden dolayı “pembe”dir. Türkler aynı zamanda pamuklu yünü ve ipekli dokumayı da biliyorlardı. Ev inşaatı ile ilgili Divan’da yüzlerce teknik bilgi vardır. Evden bahsetmek istediğim asıl yıkanmaya mahsus “çumuşluk” adındaki mekândır. Yani ev hamamlarıdır. Eski Türklerde umumun yıkanması için hamamlar inşa edilmiş ve bunlar iyi gelir getirdiği için vakıf edilmiştir. 16.yy da Avusturya’da yapılmış imparatorluk sarayında yıkanmaya mahsus herhangi bir yer yokken onun yanı başında Türk himayesinde olan Macaristan’da 90’dan fazla hamam bulunduğu kayıtlarda belirtilmiştir. Bu, iki kültürü yanyana koyup karşılaştırmak açısından önemli bir unsurdur.

Beslenme konusuyla ilgili olarak ta, Anadolu’ya fevkalade zengin bir Orta Asya mutfağı getirilmiştir. Etlileriyle, hamur işleriyle hazım kolaylığı için seçilen bilhassa sirkeli, yoğurtlu, ekşili yiyecekler, yoğurtlu tutmaç ve benzeri mantı türü yiyecekler ile meyve ve sebzeden bol istifade edildiği ve bağ bahçe tarım işlerinde ileriye gidildiği görülmektedir.

Takvim konusunda şunu ifade edeyim. Kargarlı Türklerin kullandığı takvimde 21 Mart yılbaşı yani nevruz günü olduğunu ifade eder. Onun için bu konuda yapılan yanlış yönlendirmelere kanmamak gerekir.

Yusuf Has Hacip hükümdara hitap ederken: “Kendinin ve devletinin zenginliğini düşünme, halkın zengin olmasını düşün. Çünkü millet zengin olursa devlet zengin olur.” diyerek zamanına göre çok ileri bir ekonomik ilkeyi tekrarlamış olmaktadır.

Osmanlı devletinde padişah forsu yani sancak kırmızı, ortasında bir yeşil elips daire onun ortasında üç tane sarı hilal, paşalarına ait sancak aynı üç renk, Tımarlı sipahiye ait sancak aynı üç renk, yeniçeri sancağı aynı üç renk. Bunu niçin söylüyorum bu renklerin Türklerin en çok kullandıkları renkler olduğunu bir ispatı olduğu için söylüyorum.

Kaşgarlı Mahmut: “At Türkün kanadıdır.” şeklinde bir atasözü nakleder. Eserinde bu atasözü bu hayvanın ününün ne kadar büyük olduğunu göstermekte kalmayıp, kıtalar aşan büyük fetihlerin ve göçlerin de sırrını bize açıklamaktadır. Eserde atla ilgili 110 Türkçe kelime olduğu ifade edilir.

Sonuç olarak bir millet diliyle vardır. Türk dili bizim ses bayrağımızdır ve bağımsızlığımızın temel öğesidir. Türk dilinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri ortadan kardırmak bu tehlikeleri bilmekle olanaklıdır. Türkçe bir ömür dileğiyle hoşça kalın.