"Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Eğitim Çalışanlarının Adresi"

Ana SayfaYÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARINDA YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ   

YÜKSEK ÖĞRETİM KURUMLARINDA YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ   

Anayasamızın yükseköğretimle ilgili 130. maddesinde, “Çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde, milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacıyla; ortaöğretime dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler devlet tarafından kurulur.” hükmü yer almaktadır.

124 sayılı Yükseköğretim Üst Kuruluşları ile Yükseköğretim Kurumlarının İdari Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile de üniversitelerin idari teşkilatları şekillenmiştir.

Üniversitelerimiz; bu kuruluş amaçları doğrultusunda, öğrenci asli unsuru, akademik ve idari personel üçlüsü üzerine kurulmuş ve her unsur, ilgili kanun maddeleri ve yönetmeliklerle düzenlenerek kurumların işleyişi sağlanmıştır.

Toplumların geleceğini hazırlamak gibi çok önemli bir görev ve sorumluluğu olan bu kurumlarımız, tam anlamıyla kaderine terk edilmiş; asli unsurlarının fedakâr ve özverili gayretleriyle ayakta durur hale gelmiştir. Çok şükür ki toplumumuzda, her şeye rağmen görev ve sorumluluklarını bilen bireyler hâlâ mevcut ve toplumun geleceğinin emanet edildiği bu unsurlar, görev ve sorumluluklarının bilinciyle hareket etmektedirler.

Öğrenci açısından baktığımızda; eğitimde fırsat eşitliği var mı? Eğitim-öğretim sürecinde yeterli kalitede öğretim elemanı, laboratuvar, derslik, kütüphane, teknolojik imkânlar, dünya ile entegrasyon, güncel bilgi, sosyal imkânlar, yurt, ekonomik koşullar vb. gibi sorunları aşıp; gençliğinin, öğrenciliğinin, arkadaşlığının, yurttaşlığının tadına varabilen kaç öğrencimiz vardır? Hepsini geçtik, tüm zorlukları aşıp mezun oldu diyelim. Diplomasının garantisi var mı? İş bulabilecek mi? Mesleğiyle ilgili bir alanda çalışıp, kendini ve mesleğini geliştirerek vatanına, milletine yararlı olabilecek mi? Sorunsuzca kendine bir gelecek planlayabilecek mi?

TÜİK verilerine göre her 5 mezundan 3’ü işsiz; diğer 2 kişiden de 1’i meslek dışı çalışıyor. Bunca emek, özveri, ekonomi, zaman… Fedakârlık kimde?

Akademik personel açısından baktığımızda; zorlu çalışma koşulları ve çoğu zaman kişiye veya duruma özel işletilen akademik kıstaslar içinde, bilimsellikten çok başka unsurların ön planda tutulduğu, araştırmaların, yayınların, yabancı dilin ve gruplaşmaların yükseltmelerde belirleyici olduğu bir ortamda… Tüm bunların üzerine ekonomik zorluklar ve gelecek kaygısı da eklenince…

Devletimizin en yetkili ağızlarından defalarca duyduk: Ülkemizde, dünyada ilk 100’e, 500’e giren üniversitemiz yok! Unutmayalım ki “marifet, iltifata tabidir.” Siz üniversitelere ne ektiniz ki, ne biçmeyi bekliyorsunuz? Üniversitelerimizin seçimle gelen yönetimler yerine, siyasi atamalar ve yandaş kadrolaşmalarla bilimsellikten ve özerklikten uzaklaştırılmasının hiç mi etkisi yok?

Böyle bir ortamda, her şeye rağmen görevini yerine getirmeye çalışan akademisyenlerin fedakârlığı neden göz ardı edilir?

İdari personel açısından baktığımızda; görev ve sorumluluk bilinciyle hareket eden bu arkadaşların durumu ise içler acısıdır! Kanunlar nezdinde görev ve özlük hakları tanımlanmış devlet memurları, kurum yöneticileri ve akademik personel nezdinde adeta “gereksiz eleman” muamelesi görmekte; “Yap” deyince yap, “Gel” deyince gel, “Git” deyince git anlayışı hâkim olmaktadır.

Belki biraz abartı oldu ama böyle hissettirenlerin hiç mi suçu yok? Yöneticilerin ve akademik personelin unuttukları ya da göz ardı ettikleri en önemli gerçek şudur: Bizler aynı saç ayağının bileşenleriyiz. Birimizi yok saymak, o masanın dayanak noktalarından birini görmezden gelmek; o masanın devrilmesine sebep olur!

Bizler birlikte varız.

Kurumlar içinde idari kadronun mesleki kariyerlerinin hiçe sayılması, görevde yükselme sınavlarının açılmaması, yıllarını verip hizmet ettiği kurumlardan özlük haklarını alamaması, sadece cezai konularda hatırlanıp; başarıda, maddi haklarda, takdirde unutulması; kanuni haklarına ulaşmada torpil, siyaset, ikili ilişkiler gibi engellerle karşılaşması…

Hatta başka bir kuruma geçmek istediğinde neredeyse tayin hakkının bile olmaması… Devletimiz bünyesinde kamu kurumlarında uygulanan yaklaşık 52 çeşit maaş sistemi içinde, üniversitelerin en son sıralarda yer alması; zaten kurumlarımıza ve idari personele bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır.

Bunca soruna rağmen, görev şuuruyla devletine–milletine hizmet aşkından taviz vermeyen, ama ailesinden, kendinden, sevdiklerinden, sağlığından feragat eden hep kim?

Sendikamızın alanlardaki gözlemleri ve çalışmaları neticesinde yukarıda değinilen sorunların bir kısmı kanuni düzenlemelerle, bir kısmı ise kurum idari kurullarında çözülebilecek sorunlardır. Sendikamızın ilgili kurullarda, uzman komisyonlarında hazırladığı çözüm önerilerini sizlerle ilerleyen yazılarımda detaylı olarak paylaşacağım.

Bu sorunlar bilinmeyen ya da çözülemeyecek meseleler değildir. Yeter ki inanmış ve inandığı uğurda kendini adamış, ehil eller yetkili makamlarda yer alsın. Oturdukları koltuklarda sadece kendi geleceklerini planlayan ve o koltuklara kendilerini tepeden inme oturtanlara diyet borcu olanlar; tabanlarının sesi olamaz, çözüm üretemez. Nitekim bugüne kadar çare olamadılar, bundan sonra da olamazlar!

Unutmayalım, “Özgürlüğün en büyük düşmanı, hâlinden memnun kölelerdir.”

Kamu çalışanları ve emeklileri bugün bu haldeyse, sorumluluk; yetkili makamlarda kendi şovlarından ve siyasi rantlarından başka hesabı olmayanlarda ve küçük hesaplarla onlara bu yetkileri verenlerdedir.

Yetkili organlarda; hürriyetine düşkün, demokrasiye inanan, tam bağımsız, aldığı görevi hakkıyla yerine getirmekten başka gayesi olmayan sendikamızın yer alması, tüm kamu çalışanlarının kurtuluşu olacaktır.

Ülkemizin geleceğine sahip çıkmak, her vatanseverin görevidir. Bizler de bu sebeple buradayız.

Köşe Yazarlarımız