Türkiye’de kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesi, hem çalışma haklarını korumak hem de kamu hizmetlerinin kalitesini artırmak açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle eğitim alanında faaliyet gösteren sendikaların, yalnızca eğitim çalışanlarının maaş ve özlük haklarıyla değil; aynı zamanda eğitimin genel kalitesiyle de ilgilenmesi, asıl görevleri arasındadır.
Son yıllarda birçok sendikanın bu temel görevlerinden uzaklaştığı, iktidarlarla yakın ilişkiler kurarak çalışanların sorunlarına duyarsızlaştığı artık sır değildir. Özellikle ülkeyi yönetenlerin eğitimin niteliğinden ziyade, yandaş kayırma ve seçmen yetiştirme odaklı yaklaşımı; ülkemizin geleceği açısından felç edici bir durumdur.
Yapay zekâ çağına girdiğimiz bu dönemde, dünya milletleriyle rekabet edebilmenin yegâne yolu; eğitim sistemini bilimsel, laik ve çağdaş temeller üzerine inşa etmektir. Eğitimde çağın gereklerine göre hareket etmek, ülkemizin ve gelecek nesillerimizin bekası açısından yakıcı bir hal almıştır. Bu konuda siyasal yapılarla iş tutanların, “ahbap-çavuş” ilişkisinden öteye geçebilecek hiçbir hamleleri yoktur.
Esir düşmüş zihinlerin yapabilecekleri tek şey, efendilerine yaranmak ve köle ruhlarını rahatlatacak argümanlarla azap duygularını felç edip yaşama tutunmaktan ibarettir. Bir siyasi partinin genel başkan yardımcısının, “Sendikanızın üyelerine hiçbir şey olmaz, biz varız.” teminatını oturduğu yerden yay gibi fırlayarak, avuçları patlayana kadar alkışlayanlar; aldıkları bu güven teminatının karşılığında yalnızca onur, haysiyet ve şahsiyetlerini değil, aynı zamanda üyelerinin hukukunu da feda etmişlerdir.
Bunun en somut örneğini, Kariyer Basamakları Sınavı sürecinde gördük. Bütün sendikaların ortaya koyduğu ortak tepkiye önce direnip —hatta “katılırsanız ceza alırsınız” gibi iğrenç bir söyleme imza atanlar— üyelerinden gelen baskılara direnemeyip eyleme katılacaklarını kamuoyuna duyurmuşlardı. Ancak sahiplerinden gelen “Siz kimsiniz ki eylem kararı alıyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde” talimatı üzerine, dut yemiş bülbüle dönen; sarı rengin bile utandığı bu sendikamsı yapı, ülkenin ve çocuklarımızın geleceğine dair cümle kurabilme hürriyetini, kendilerine sunulan koltuklar karşılığında kaybetmiş, bir siyasi partinin depolarında rehin hale gelmiştir.
Bugün gelinen bu ortamda, Hürriyetçi Eğitim Sen; çağdaş, laik ve bilimsel eğitimden taviz vermeyen, eğitim alanında çalışan tüm paydaşların mesleki itibarını savunan; özlük haklarını geliştirmeyi, hukuki korumayı güçlendirmeyi, demokratik katılımı artırmayı ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamayı hedefleyen kararlı ve somut önerilerle gündem oluşturmaktadır.
Özellikle müfredat değişiklikleri ve Öğretmenlik Meslek Kanunu gibi temel konularda sergilediği ilkeli duruşla Hürriyetçi Eğitim Sen, eğitimin yalnızca teknik bir alan değil, aynı zamanda toplumsal gelişimin belirleyici unsurlarından biri olduğunu ortaya koymuştur. Sendikamız, “Ben yaptım, oldu.” anlayışına karşı durmakta; özgürlükçü ve çoğulcu bir ses olarak konumlanmaktadır. Bu yaklaşımla yalnızca muhalefet üretmeyen, aynı zamanda çözüm öneren ve sorumluluk alan bir sendikal duruş sergilemektedir.
Kısacası, Hürriyetçi Eğitim Sen yalnızca bir sendika değil; kamu çalışanları için yeni bir umut, eğitim için ise yeni bir bakış açısıdır.