"Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür Eğitim Çalışanlarının Adresi"

Ana Sayfa"Asgari Ücret: Gülmek mi Lazım, Ağlamak mı?"

“Asgari Ücret: Gülmek mi Lazım, Ağlamak mı?”

Ve nihayet, büyük bekleyiş sona erdi: Asgari ücret 22.104 TL olarak belirlendi. Tüm ülke, nefesini tutmuş bu rakamı bekliyordu. Bir yanda alkış sesleri yükseliyor, diğer yanda memleketin en kara mizah anı yaşanıyor. Çünkü bu rakam, ev kiralarının 20.000 TL olduğu bir ülkede açıkça şunu söylüyor: “Ya barının ya da yaşayın; ama ikisini aynı anda istemeyin!”

Düşünün, asgari ücretin 22.104 TL olduğu bir ülkede ortalama kira 20.000 TL. Kalan 2.104 TL ile ne mi yapabilirsiniz? İşte birkaç öneri:

Pazara gitmeyin, çünkü poşet parası bütçeyi aşar.

Elektrik ve doğalgaz kullanmayın; kışı battaniyeyle geçirirsiniz.

Akaryakıt mı? Tabii ki hayır! Yürümek bedava.

Çocuklarınız varsa, onlara “Neden bu kadar masraflısınız?” diyebilirsiniz.


Bu bütçe, ekonomik bir gerçeklikten çok distopik bir romanı andırıyor. Franz Kafka yaşasaydı, kesinlikle asgari ücretlinin yaşamını konu alan bir hikâye yazardı. Adı da muhtemelen “Barınanların Davası” olurdu.


Türkiye’nin Ekonomik Açmazı

Türkiye’de bugün ekonomik sistem, temel bir çelişki üzerine inşa edilmiş durumda:

1. Enflasyon Canavarı: TÜİK verileri makyajlı dahi olsa, gerçek enflasyonun halkın cebini yaktığı aşikâr. Gıda fiyatları, enerji maliyetleri ve kiralar hızla yükselirken, ücretler bu yükselişi yakalamak bir yana, arkasından bile bakamıyor.


2. Barınma Krizi: Özellikle büyük şehirlerde kira fiyatları, asgari ücreti kat be kat aşmış durumda. Kiralar, memleketin yeni elit sınıfını oluşturmuş: Ev sahipleri. Asgari ücretle bir ev tutabilenler, bu elitlerin finansörü olarak onurlandırılabilir.


3. Orta Sınıfın Çöküşü: Asgari ücretin temel geçim standardı haline geldiği bir ülkede, orta sınıf kavramı tarihe karışıyor. Yüksek maaşlı işler bile bu ekonomik ortamda asgari yaşam koşullarını zor sağlıyor.

Bu tablo, sadece ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda bir toplumsal çöküş habercisi. İnsanca yaşamak bir lüks haline gelmişken, bireylerin kendini gerçekleştirmesi hayalden öteye geçemiyor.


Felsefi Bir Perspektif: “Barınma mı, Var Olma mı?”

Martin Heidegger, insanın dünyadaki temel meselesini “varlık” olarak tanımlar. Ancak Türkiye’de Heidegger’i duysalar, “Hocam bırak varlığı falan, biz kirayı ödeyemiyoruz!” derlerdi. Çünkü insanın var olması için önce barınması gerekiyor. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nde birinci basamakta yer alan “barınma”, bu topraklarda artık bir lüks.

Nietzsche ise şöyle derdi: “Acı, insanı güçlü yapar.” Ama anlaşılan o ki, Türkiye’de bu söz biraz fazla ciddiye alınmış. İnsanları sürekli bir geçim mücadelesi içinde bırakıp, dayanıklılıklarını test ediyoruz. Belki de bu yüzden asgari ücret belirlenirken insanca yaşamak değil, “idare etmek” esas alınıyor.

Bir asgari ücretli, maaşını almış ve sevinçle arkadaşına şöyle demiş:

“Kiramı ödedim!”
Arkadaşı şaşırarak sormuş:

“Peki geri kalan parayla ne yapacaksın?”
Asgari ücretli gülmüş:

“Ne parası? Hepsi bu kadar!”


Bu mizah, acı bir gerçekliğin karikatürü aslında. Çünkü maaşın tamamı kiraya gidiyorsa, geriye kalan her şey hayalden ibaret.


Artık Yeter!

Bu düzen sürdürülebilir değil. İnsanların barınma ve temel ihtiyaçlarını karşılayamadan yaşamaya çalıştığı bir sistem, ekonomik bir düzen değil, bir işkencedir. Artık insanca yaşam taleplerini dillendirme vakti geldi.

Asgari ücretin gerçek bir geçim standardına göre belirlenmesi şarttır.

Barınma krizi için kira düzenlemeleri acilen hayata geçirilmelidir.

Enflasyonun altında ezilmeyen, adil bir ekonomik sistem kurulmalıdır.


Ve bu talepler, halkın örgütlü gücüyle mümkündür. Çünkü bireylerin tek başına bu devasa krizi çözmesi imkânsızdır. Dayanışma, değişimin anahtarıdır.


Son Söz

Türkiye’de asgari ücret belirleme süreci, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak bir maaşla biten bir trajikomediye dönüşmüş durumda. Ancak unutmayalım ki, bu sistem değişebilir. Yeter ki insanlar bu adaletsizliğe karşı sesini yükseltsin.

Bir asgari ücretlinin dediği gibi:

“Yaşamak istiyoruz, hayatta kalmak değil!”

Köşe Yazarlarımız