Sarıkamış Harekatı 22 Aralık 1914 – 6 Ocak 1915 tarihleri arasında gerçekleşmiş tarihi bozgun. Büyük emeller peşinde koşan Osmanlı ordusunun bir meçhule yolculuğu bundan 110 yıl önce başlamıştı. Bu cepheyle ilgili tarihi bilgi ve belge sunmak veya kitabi bilgi vermek gibi bir derdim yok. Zaten tarihçi de değilim. Görev icabı bulunduğum Van’da soğuğun ne olduğunu bildiğim için, ülkesini seven bir yurttaş ve tarih merakı olan bir Türk genci olarak bu hadisenin bende uyandırdığı hisleri yazabilirim ancak. Kaldı ki tarihi olay ve bu olayların baş rollerindekiler hakkında yargılama yapmak bana düşmez. Ahkam kesmek de. Bu meseleden ‘kahraman-hain’ çıkaranların safında da yer tutamam. Bizler tefritte de ifratta da mahiriz. Bunun ‘şark geleneği’ olduğu söylenir. Ancak bu huyumuz bizleri çoğu zaman çıkmaza sokuyor. Kısır tartışmalar yıllarca sürüp gidiyor. Üstelik ‘kahramanlık’ ve ‘hainlik’ öyle kolay kullanılacak sözcükler de olmasa gerek. Bu ve benzeri hadiseler ‘tarihi olgu’ çerçevesinde değerlendirilmeli. Çünkü her şey yaşanmış ve bitmiş. O günlerden geriye de kimse kalmamış. Hiç birimiz 600 yıllık dev bir çınarın çöküşünün son anlarına şahit olmadık. Yaşanması gerekenler yaşanmış. Osmanlı’yı ayakta tutmak için yapılan son çırpınışlar da sonuçsuz kalmış. Bizlere de bu elim olaydan ibret almak düşer.
Kahraman Enver Paşa! Hain Enver Paşa! Orduyu mahvetti! Şöyle olsaydı, böyle olsaydı. Demek kime ne kazandırır ki? Geçmişi anlamak zor. İçinde yaşadığımız meseleleri bile kavramak ve yorumlamak konusunda aklımızın ermediği çok oluyor. Olayların sıcaklığı ile bakış açılarımızın farklılığı, yoğun bilgi akışı, dezanformasyon, sosyo-kültürel faktörler, medyanın kullanılış biçimi bizlerin işin özünü anlamamızı zorlaştırıyor. Kaldı ki bu bilim on yıllar, yüz yıllar, bin yıllar öncesini incelemeye çalışıyor. Hep merak etmişimdir, bizim bugün anlattığımız kişiler tarihte gerçekten bizim okuduğumuz gibi mi yaşamışlardır? Olayların serüveni kitaplarda yazılanlar gibi mi gerçekleşmiştir? Ya da ne hayal etmişler ne yaşamışlardır? Ne ummuşlar ne bulmuşlardır? Sonuçta bizim gördüğümüz bir futbol müsabakasının istatistiklerine bakmak gibi bir şey. Ya da sadece skoru bilmek. Tüm bunlar üzerine farklı farklı yorumlar, çıkarımlar yapıyoruz. Kimilerine öz evlat kimilerine üvey evlat muamelesi bile yapıyoruz. Duygusal yaklaşıyor, inançlarımızı ve ideolojilerimizi işin içine fazlasıyla katıyoruz. Sonuçta da ortaya birbirinden fersah fersah uzak sonuçlar çıkıyor. Tüm bunları yaşayan ve yapanların bizler gibi etten kemikten olduğunu ise hep atlıyoruz. İnsan psikolojisini, sosyolojiyi düşünmüyoruz bile. Halbuki günlük yaşantımızda defalarca plan yapıyor sonra bozuyoruz. Kesin karar alıyor sonra değiştiriyoruz. Etkileniyor, etkiliyoruz. Fikir dünyamızda neleri kuruyor neleri yıkıyoruz sayısını biz bile hatırlamıyoruz. Biz görünmeziz tarihte ancak kitaplara konu olmuş karakterler başrolde hep. Göz önünde yaşamışlar her şeylerini. Hırslarını, ikbal hedeflerini, başarma arzularını… Kimisi başarmış kimisi kaybetmiş. Bizler de bu insan manzaralarını okuyoruz. Bizi biz yapan bu vatan evlatlarını hizmetlerinden dolayı alkışa tutalım elbette ancak başarısız olduklarında yerin dibine sokalım, arkalarından ‘belalar’ okuyalım diyemeyeceğim. Elem dolu manzaralar karşısında ancak üzülebilirim. Tabi ki bu günden konuşuyorum tüm bunları. O günleri yaşayan bir asker veya asker yakını olsam ne derdim? Bilmiyorum. ‘şehit’ olduğuma sevinirdim elbette. ‘Şehit’ yakını olsaydım çok üzülür, ancak gururlanırdım da. ‘Bıktık artık’ bu savaştan der miydim? Son kurşuna kadar savaşır mıydım? Yoksa donup kalmış mıydım? Tifüs belasından inlerken neler mırıldanırdım? Cephede mi olurdum? Cephe gerisinde mi? Yoksa büyük hayaller peşinde koşarken gelen ilk kurşunda Hakkın rahmetine kavuşur adım bile geçmez miydi? Soğuktan çıldırır mıydım? Kurtlar donmuş cesedimi midesine mi indirirdi? Güç bela Sarıkamış önlerine gelen askerlerden mi olurdum? Daha savaşın başında vazgeçenlerden mi? Belki de deniz kenarındaki yalımda savaş havadislerini dinliyor olacaktım. Ya da köyümde öküzlerle çift sürüyor… Ancak başaranlar ‘kahraman’ olurlar. Bu doğrudur. Fakat her kaybeden ‘hain’ değildir. Dünün ‘Hürriyet Kahramanı’, ‘İslam Mücahidi’ ve ‘Edirne Fatihi’ Sarıkamış’ın ‘kaybedeni’ olmuştur.
Tarihin kimi nereye sürükleyeceğini kim nereden bilebilirdi ki? Bu yüzden tarihi olayları inceleme ve yorumlamanın büyük hassasiyet gerektirdiğini hep düşünürüm. Yaptığımız yorumlar ecdadımızı incitebilir, atıp tuttuğumuz sözler bizlerin bir gün yüzünü kızartabilir. Vefasız olmak istemem doğrusu. Sorumsuzca konuşmak da. Allah bizleri tarihin doğru tarafında duranlardan eylesin! Tüm bu sebeplerden dolayı tarih bilimini hakkıyla yapanları kutlamak gerek. Yazan yapana sadık kaldıkça bizim gerçeğe yaklaşma olasılığımız artıyor. Doğruyu bilme ihtimalimizde. Buna yaklaşmak da ancak ‘belgeyle’ oluyor. Gerisi dedikodudan ibaret kalıyor.
Bir çöküş yüzyılının son senelerinde gerçekleşmiş bu elim savaş binlerce askerimizi ebediyete gönderdi. Bir o kadarını hasta etti. Çok hüzünlü manzaralar ortaya çıktı. İnsanın bunları okuyunca yüreği parçalanıyor. Acaba kahramanlarımıza hak ettikleri değeri veriyor muyuz? Kim bilir?
Bu ve benzeri olaylardan çıkarabileceğimiz dersler olabilir ancak. ‘Vatan sevgisi’ mesela. Bedel ödemek, kıymet bilmek, savaş çığırtkanlığı yapmamak, hayalperest olmamak, mevcut imkanlarının farkında olmak… gibi. Belki de memleket üstünde kumar oynamamak Veya emperyalistlere sırtını dayamanın, başkasının değirmenine su taşımak olduğunu bilmek… Hiçbirimiz en yakınlarını gözleri önünde kaybetmedi. Bombalar altında kalmadı. Sevdiklerinin parçalanmış cesetlerini toplamadı. Yanmış insan bedenlerinin kokusunu içine çekmedi. Ve tabi hala hayattaysa o esnada. Hala sulh günlerindeyken doğruyu ve yanlışı iyi ayırt edebilmeliyiz.
Şüphesiz savaş görmeyen bir nesiliz. Oldukça da şanslıyız. Görmeyelim de. Kör döğüşü yapmak, övgü ve yergi de yarış, dedikodu kokan yorumlar ancak zaman kaybına yol açar, bizleri de fazlasıyla yorar. Tüm bunlarla mücadele için aklı ve bilimi rehber edinmeyi bilmeli, çalışkan olmanın gerekliliğinin farkına varmalı ve tarihten ders çıkarmanın yollarını bir şekilde öğrenmemiz gerektiği kanaatindeyim. Ancak o zaman bu güzel vatanı elimizden söküp almak isteyenlerin hülyalarını boşa çıkarmış oluruz. Ecdadımızın ödediği bedeller oldukça fazla. Bu ve benzeri cephelerdeki gözlerimizi yaşartan hadiseleri biliyoruz. Yakılan köy ve şehirleri, halkımıza zulmedenleri, evlere-camilere doldurulan ahalinin ateşe verilmesini, çetecileri, bu cennet vatanda zulmeden işgalci asker manzaralarına hemen hemen her bölgemizde rastlıyoruz. Bunlara yakın zamanlarda teröre verdiğimiz kurbanlarımızı da eklemeliyiz. Şehitler tepesi doldu taştı. Artık vatan uğruna kaybettiğimiz çocuklarımızın acıklı hikayelerini okumayı değil vatanında ‘mutlu ve mesut’ yaşayan yeni neslimizin hatıralarını dinlemenin zamanı gelmedi mi? İşte o zaman dökülen kanlar, ödenen bedeller değerini tam manasıyla bulacaktır. Yoksa sürekli ateş altında kalmak tarihten de ders çıkarmadığımızı göstermeyecek mi? Bu akılsızlık değil mi?
Ceddimiz vazifesini yaptı. Bu cennet vatanı bizlere armağan etti. Bizlerin üzerinde şımarık bir çocuk gibi davranma hakkımız yok. Her karışı ter, göz yaşı ve kanla sulanmış olan yurdumuz ‘bu vatan benimdir’ diyenlerin ellerinde yükselecektir. Bunun için çok akıllı çok zeki olmaya gerek yok. Samimi bir memleket sevdası yeter.
Sarıkamış’ta şehit düşmüş, gazi olmuş tüm kahraman askerlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum. Allah bu millete bir daha böyle acılar yaşatmasın.